Sıfır Atık için Bölgesel Yaklaşım: Marmara

Türkiye’de Sıfır atık politikasının sürecin hemen başında hem çevre hassasiyeti hem ekonomik gereklilikler hem de toplumsal öğretilerle çepeçevre kuşatılmış olması, sürdürülebilir kalkınma paradigmasının bileşenleriyle de bire bir örtüşmektedir.

Atık olgusu

Sıfır Atık konusunu ele almadan önce atığın ne olduğuna, aslında nelerden oluştuğuna ve güncel vaziyetin ne olduğuna ilişkin önemli bazı bilgileri hatırlamamız gerekmektedir. Oluşan atık miktarı özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra refah, konfor ve gelişmişliğin bir göstergesi olarak kabul edilmeye başlandı. Doğrusal ekonomiyi esas alan kanaate göre ne kadar çok imkân varsa o kadar da tüketim olması, tüketimle orantılı olarak da atık miktarının çok olması bir sınıflandırma ölçütü idi. Son derece doğrusal bu ilişki ile gelir miktarının artışı ile atık miktarının artışı arasında güçlü bir korelasyonun olduğunu gözlemek mümkün.

Şekil 1: Gelir - Atık miktarı ilişkisinde Türkiye'nin yeri
Şekil 1: Gelir – Atık miktarı ilişkisinde Türkiye’nin yeri

Sıfır Atık ve döngüsel ekonomi gibi paradigmalarla bu korelasyonun yakın gelecekte değişmesi ve farklı bir denklem ortaya çıkmasını bekliyoruz.

Dünyada atık yönetimi dinamikleri

Ekonomik refah ve gelir miktarının toplam oluşan atık miktarı ile ilişkili olduğu kadar, bu atığın kompozisyonu ile de yoğun ilişkili olduğu bilinmektedir. Gelir seviyesinin artmasıyla oluşan organik atığın toplam atık içerisindeki oranı düşerken, perakende kültürü ve yüksek tüketim malzemelerinin tercih edilmesi ile geri dönüştürülebilir atıkların oranı da artmaktadır. Yüksek gelir, üst-orta gelir, alt-orta gelir ve düşük gelir diye sınıflandırılan dünya ülkelerinde yüksek gelir (~%30) ve düşük gelirli (~%60) ülkelerin atık kompozisyonundaki organik atık oranlarının hayli farklı olduğu bilinmektedir. Ülkemiz hem oluşan atık miktarı bakımından hem de atığın kompozisyonundaki organik atık kompozisyonu bakımından geliri daha yüksek olan ülkelerle benzeşmektedir. Gelirimize oranla daha çok tükettiğimizi, tükettiklerimizin de yüksek oranda ambalaj atığı içerdiğini söylemek mümkün görünmektedir. Bu açıdan bakıldığında Sıfır Atık politikasının ne kadar gerekli bir yaklaşım olduğunu tekrar ifade etmek gerekir.

Meydana gelen atıkların tüm dünyaca kabul edilen atık yönetimi hiyerarşisine göre öncelikli olarak yeniden kullanımı, geri dönüşümü ve geri kazanımının sağlanması, tüm bu süreçler yapılamıyor ise insan ve çevre sağlığına zarar vermeksizin bertaraf edilmesi beklenirken, dünyada durumun bu beklentiden hayli uzak olduğunu görülmektedir. Küresel ölçekte meydana gelen yıllık 2,2 milyar ton atığın neredeyse %60’ının açığa dökme ve vahşi depolama gibi ilkel yöntemlerle bertaraf edilmesi, okyanuslardaki atık adalarının önemli bir gerekçesi olduğu düşünülmektedir.

Şekil 2: Bertaraf yöntemine göre dünya genelinde atığın yönetimi

Ülkemizde de yaklaşık %25 oranında kontrolsüz depolama ve açığa dökme gibi yöntemlerin tercih edilmesi üzerinde düşünmeli, bütüncül, kapsayıcı eylemleri hayata geçirmeliyiz.

Şekil 3: Bertaraf yöntemine göre Türkiye’de atığın yönetimi

Sıfır atık paradigması

Mümkün olan en yüksek oranda atığı tekrar ekonomiye kazandırarak döngü içerisinde tutmalı, alıcı ortam dediğimiz su kaynaklarımızı ve toprağımızı atıkların yıkıcı tesirinden korurken, hammadde gereksinimini azaltmalıyız. Atığı döngü içerisinde tutmanın diğer ifadesi de Sıfır Atık yaklaşımı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğal döngüye dayanan ve üretim-tüketim arasında kapalı bir döngü oluşturmaya çalışan, yaşam tarzı ve insan pratiklerini kökten değiştirmeye rehberlik edecek güçlü bir motto Sıfır Atık. Sıfır atık kavramı 2000’li yıllarda “sıfır kaza” ve “sıfır hata” gibi kavramları da üreten endüstri tarafından ilk defa ortaya kondu. Amerika Birleşik Devletler Çevre Koruma Ajansı (US EPA) küresel otomotiv sektörünün önemli temsilcileriyle %90’a varan geri dönüşüm hedefleri ortaya koyan planlar yaptı ve dünya genelinde tüm tesislerde uygulamaya başlandı. Endüstriyel üretimde oldukça önemli kaynak verimliliği avantajları oluşturan bu yeni paradigma çok kısa bir süre sonra yerel yönetimlerin de dikkatini çekti ve ilk defa 2002 yılında San Francisco Belediyesi Sıfır Atık Hedefini Kabul Eden Karar’ı aldı. Karara göre 2010 yılına kadar depolamaya giden atığın %75 azaltılması ve uzun vadede de tamamen son bulması hedeflendi. San Francisco Belediye Başkanı Edwin Lee 2010 yılında depolamaya giden atığın %80 azaltıldığını kamuoyuyla paylaştı. Bu başarıda Kaliforniya Eyalet Entegre Atık Yönetim Kurulunun 2001 yılında koyduğu sıfır atık hedefinin de oldukça önemli bir paya sahip olduğu düşünülmektedir. 2003 yılında Japonya’nın küçük bir köyü olan Kamikatsu’da başlatılan sıfır atık programı %80 oranında geri dönüşüm/geri kazanımdan arta kalan %20’yi depolama alanlarına göndererek bütün dünyaya önemli bir motivasyon mesajı verdi. Kamikatsu 2020’ye kadar %100 oranında sıfır atık köyü olacaklarını taahhüt etti. Ancak bir köyde bu uygulamayı başarmak ile yaklaşık 700 bin kişilik nüfusa sahip Vancouver’da başarmak aynı şey olmayacağından, Sıfır Atık 2040 programı kenti ancak 2040 yılında sıfır atık kenti yapabilmeyi taahhüt ediyor. Vancouver’ın tüm Kanada’da lokomotif bir pozisyonla sıfır atık politikasını ulusal bir boyuta taşıdığı da görülmektedir.

Dünyadan çeşitli örneklerle Sıfır Atık yaklaşımına örnekler geliştirirken, nispeten dünyanın geri kalanına göre daha sistematik ve köklü bir atık yönetimi tecrübesi olan Kıta Avrupası’nın da oldukça iddialı hedefleri olduğu görülmektedir. Avrupa Birliği çevre mevzuatı sıfır atık kavramını kullanmayı tercih etmese de ihtiyaç duyuldukça güncellenen hedeflerle sıfır atık paradigmasıyla uyumlu bir atık yönetimi politikasını tamamen ekonomik bir sistem içerisinde konumlandırarak “döngüsel ekonomi paketi” adıyla ele almaktadır. Döngüsel Ekonomi paketinde evsel atıkların %65’inin geri kazanımının sağlanması ve yine evsel atıkların en fazla %10’unun katı atık düzenli depolama alanlarında bertaraf edilmesi en önemli hedefler arasında yer alırken plastikte %55’ten, kâğıtta %85’lere varan ambalaj atıklarının geri dönüşümüne ilişkin hedefler de bu pakette yer almaktadır. Kâr amacı gütmeyen sivil toplum girişimleriyle belediyeleri, özel sektörü ve vatandaşları atık yönetimi hiyerarşisine göre sistem geliştirmeye ve davranışlarını değiştirmeye teşvik etmesi açısından da döngüsel ekonomi paketinin önem arz ettiği düşünülmektedir.

Türkiye’de sıfır atık

Bilindiği gibi ülkemizde 2016 yılının başlarında anılan Sıfır Atık, ilk defa Çevre ve Şehircilik Bakanlığının binasında bir pilot uygulama olarak başlamış ve Sn. Emine Erdoğan Hanımefendinin öncülük etmesi ile medyada görünürlüğü, bilinirliği de bir anda önemli bir seviyeye gelmiştir. Sn. Erdoğan’ın ifadelerinde neredeyse 15 yıllık geçmişi olan sıfır atık yaklaşımına daha önce belki de hiç temas edilmemiş ancak çok etkili ilave bir terim vardı: İsraftan kaçınmak. Hiç kuşku yok ki medeniyet tasavvurumuzla yakından ilişkili bu konu, “ihtiyaç yoksa tüketmemek” bağlamında henüz atık yönetimi hiyerarşisine gelmeden, yani henüz bir materyal atık olmadan, “tüketmekten kaçınmak” aşaması ile bağdaştırabilir. Kullanılan bir ürünü, materyali işlevini yerine getiriyor olmasına rağmen moda, eğilim, toplumsal yönlendirme gibi nedenlerle yenisi ile değiştirmek çok sık yaşanan ve karşılaşılan bir süreç. İsraftan kaçınmak öğretisinin bu bağlamda oldukça etkili toplumsal bir söylem olduğunu kabul etmeliyiz.

Türkiye’de Sıfır atık politikasının sürecin hemen başında hem çevre hassasiyeti hem ekonomik gereklilikler hem de toplumsal öğretilerle çepeçevre kuşatılmış olması, sürdürülebilir kalkınma paradigmasının bileşenleriyle de bire bir örtüşmektedir.

Sıfır atık paradigmasına bölgesel yaklaşım: Marmara

Sıfır Atık Politikası aslında üretim prosesleri ve tüketici davranışları ile etkili olacak entegre bir atık yönetimidir. Bu entegrasyonun da bölgesel bir ölçekle planlanması gerektiğine inanıyoruz. Marmara Belediyeler Birliğinin (MBB) faaliyet alanı olan Marmara Bölgesinde Türkiye’de üretilen atığın yaklaşık %35’i oluşmaktadır. Yılda meydana gelen bu 11,4 milyon ton atığın yaklaşık %92’si ise Marmara Denizimizin çevresinde kurulu büyükşehirlerden çıktığı görülmekte, büyükşehirlerimizin ve büyükşehirlerdeki ilçe belediyelerimizin atık yönetimine ilişkin oldukça güçlü teknik ve operasyonel kapasitelerinin mevcut olduğu bilinmektedir.

Şekil 4: Atığın bertaraf yöntemine göre Marmara’nın Türkiye’deki durumu

Marmara’da meydana gelen atığın yaklaşık %85’i katı atık düzenli depolama alanlarında kontrollü ve enerji üretim tesislerinin kullanımıyla bertaraf edilmektedir. Türkiye ortalamasından yaklaşık 20 puan önde olunması bu konuda önemli bir tesisleşme kapasitesi olduğunu göstermektedir. Her ne kadar depolama gazından elektrik üretimi tesisleri ile bazı geri kazanım fırsatları olsa da depolanan bu hacmin kademeli olarak azaltılması gerekmektedir. Ancak Marmara’da oluşan atığın yaklaşık %9’unun geri dönüşüm, geri kazanım ve kompost ile değerlendirilmesi; sıfır atık potansiyelinin oldukça yüksek olduğunu ve verimli bir politika ile depolamaya giden atık içerisindeki ilk etapta %35-40 seviyelerindeki ambalaj atığı kompozisyonunun ayrılabileceğini göstermektedir.

Marmara Bölgesinin düzensiz çöplüklerde bertaraf edilen atık miktarı Türkiye ortalamasının (%20,2) hayli altında %6,7 olarak ölçülmüştür. Bölgede 6 büyükşehir belediyesinin olması bu konuda önemli bir avantaj olup, vahşi depolamanın önüne geçmek için büyükşehir olmayan illerde etkili bir bölgesel planlama ile bu oran da düşürülebilecektir.

2015 yılında yayınlanan Ulusal Atık Yönetimi Eylem Planı kapsamında 2023 yılına kadar ülke genelinde kontrolsüz depolamadan tamamen vazgeçilerek, atıkların %65’inin katı atık düzenli depolama alanlarında bertaraf edilmesi ve %35’in geri kazanımı (%12’si ambalaj atığı geri dönüşüm, %15 biyometanizasyon ile %8 termal geri kazanım) için bölgesel bir birlikteliğe ihtiyaç vardır. Aksi takdirde ortak alıcı ortamların birbirinden bağımsız faaliyetlerle yeteri kadar korunamayacağı düşünülmektedir.

Marmara Bölgesi için tüm bölgenin en önemli değeri olan Marmara Denizi en kırılgan konumda yer alan alıcı ortamımızdır aynı zamanda. Bu nedenle bölgesel ölçekli bir planlamaya Marmara Denizi’ni çevreleyen şehirlerden başlamak doğru olacaktır. Marmara Türkiye’deki atık miktarının yaklaşık %35’ini tek başına oluştururken, Marmara’da oluşan atığın yaklaşık %92’si de Marmara Denizi’nin çevresindeki büyükşehirlerden çıkmaktadır. Bu 6 büyükşehir içerisinde İstanbul, Bursa ve Kocaeli hem nüfus bakımından hem de büyükşehirlerde meydana gelen atığın yaklaşık %85’ini oluşturmaları münasebetiyle öncelikli olarak ele alınması gereken yerlerdir.

Sıfır Atık politikası bütüncül bir atık yönetimini ifade ettiğinden tehlikeli atıklar ve bu kategoride yer alan tıbbi atıkların yönetimi de kapsam içerisinde tutulmuştur. Türkiye’de tehlikeli atıklarını beyan eden tesis sayısı 2010-2017 yılları arasında %300’ün üzerinde artarken (2017’de 63.741 tesis tehlikeli atık beyanında bulunmuştur), beyan edilen tehlikeli atık miktarında aynı yıllar arasında yaklaşık %81 oranında arttığı (2017 yılında 1.425.045 ton tehlikeli atık beyan edilmiştir) görülmektedir. Bu artışı gerek endüstriyel aktivitenin artışı ile gerekse Tehlikeli Atık Beyan Sisteminin gelişmesi ile izah etmek mümkün görülmektedir. Bölgesel olarak tehlikeli atık miktarları dikkate alındığında Marmara Bölgesinde beyan edilerek geri kazanımı yahut bertarafı gerçekleştirilen tehlikeli atık miktarının tüm ülkede meydana gelen toplam tehlikeli atığın %50’sinden fazla olduğu sonucuna ulaşıldığından Marmara Bölgesinde tehlikeli atık geri kazanımı öncelikli olarak bertaraf sistemlerinin altyapısının çok güçlü olması gerektiği düşünülmektedir. Ülkemizde tehlikeli atık geri kazanım lisansı bulunan 402 tesisin 188’inin de Marmara Bölgesinde (145 adet tesis sadece İstanbul, Kocaeli ve Bursa’da yer almaktadır) konumlanmış olması sayısal olarak bir tutarlılık arz etse de bu tesislerin geri kazanım kapasitelerinin ve geri kazanım performanslarının tutarlılığı da entegre bir Sıfır Atık Eylem Planı içerisinde mutlaka değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca Marmara Bölgesinde sadece 3 adet bulunan tehlikeli atık bertaraf tesisinin (1. Sınıf Düzenli Depolama) etkin çalışması için bölgesel bir planlama önem arz etmektedir. 2017 yılında Türkiye’de beyan edilen tehlikeli atık miktarının yaklaşık %15’inin bertaraf edildiği bilinmekte, bertaraf edilen tehlikeli atık kodlarının geri kazanım potansiyelinin incelenmesi ve toplam tehlikeli atığın miktar olarak azaltılması öncelikli olarak ele alınarak geri kazanım oranının artırılması için bölgesel hedeflerin belirlenmesi gerekmektedir.

Değerlendirme ve sonuç

Sonuç olarak Sıfır Atık politikası kapsamında meydana gelen atıkların miktarı ve bu atıkların etkin bir şekilde yönetimi için gerekli tesislerin dağılımları dikkate alındığında bölgesel bir planlamaya ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Ancak bu bölgesel planlamanın beklendiği gibi etkin çalışması ve istenen sonuçları vermesi için ulusal düzeyde finansman ve sokak toplayıcıları olarak ifade edilebilecek bazı güçlüklerin çözümüne ihtiyaç duyulmaktadır.

Özellikle ambalaj atıklarının kontrolü hususunda etkin bir finansman modelin gerekliliği kendini her aşamada hissettirmektedir. Bu konuda önceden belediyeler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş kuruluşlardan aldığı yetersiz de olsa ayni desteklerle ambalaj atıklarının yönetimini sağlamaya gayret ediyorlardı. Ancak bilindiği gibi geri kazanım katılım payı düzenlemesi yasalaştı, bu bağlamda ürünleri piyasaya sürenlerden alınan geri kazanım katılım payının genişletilmiş üretici sorumluluğu kapsamında sisteme kanalize edilmesi gerekmektedir. Aksi halde özellikle yerleşim yerlerinde hanelerden kaynaklanan atıkların etkin bir ikili toplama sistemi ile toplanması finansal açıdan mümkün görünmemektedir. Ulusal Sıfır Atık Eylem Planı kapsamında bu konuya netlik kazandırılması ve sıfır atık sürecinden operasyonel olarak sorumlu olan belediyelerin finansal olarak desteklenmesi gerekmektedir.

Atık toplama işi yapan sokak toplayıcılarının varlığı bir diğer önemli güçlük olarak karşımıza çıkmaktadır. Sokak toplayıcıları her şeyden önce ciddi sağlık tehdidi altında hiçbir çalışma ve sosyal güvencesi olmaksızın çöplerden ambalaj atıklarını ayırmaktadır. Öte yandan belediyelerin kurguladıkları toplama sistemi açısından da çeşitli etkileri olduğunu görmezden gelmememiz gerekiyor. Tüm bu güçlükleri de bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmemiz ve entegre yönetim içerisinde ele almamız Sıfır Atık politikasının sürdürülebilirliği açısından önem arz etmektedir.

Ahmet Cihat Kahraman | Aralık, 2019

Bu makale Kentli Dergisi’nin “Atık Yönetimi ve Belediyeler” dosya konulu 35. sayısında yayınlanmıştır.

Reklam